DİYARBAKIR, BATMAN, MARDİN



Plan&Çanta İçi
Nisan 2011
Diyarbakır Sur,
Malabadi Köprüsü, Hasankeyf, Mardin 6 Gün
Konaklama: KYK 2 Gece- 13 TL
Midyat Öğretmen Evi 3 Gece-30 TL

Yol: 160 TL (Pegasus&Villa Turizm)
Harcama:194 TL

Biz kimilerine göre sözde İstanbullular,  yerele göre yabani yabanilere göre yerliler, sınırlardan çok korkarız. Benim sınırlarımın çatlamaya başladığı yer sokak, sonra da üniversitedir. Ve bu sınırlar bir gün bir Diyarbakır yolculuğuyla tekrar inşa edilmemek üzere kum olur...

Taşların ve Düşlerin Şehri Diyarbakır


17. Sosyoloji Öğrencileri Kongresi'nin Dicle Üniversitesi'nde yapılması kararı alınınca biri arkeolojiden beş arkadaş düştük yollara. Şansımıza gruptan Selen bir arkeoloji kongresinde Diyarbakırlı Eyüp ile tanışmış. Böylece rehberimizi de bulmuş olduk. Bu yolculuk ilk gezilerim arasında. Tecrübesizlikten ötürü az not tutmuşum, fotoğraf makinam da arızalı. O zamanki telefonların çözünürlükleri malum. Çektiği görselleri blogta kullanmama izin veren Selen'i ve ses kayıtlarıyla destek atan Sümeyra'yı kocaman öpüp söze giriyorum. Son ana bıraktığım için Diyarbakır uçak biletim Pegasus’tan 85 TL'ye patladı. Dönüşü sonra düşünürüz deyip 6.05'te havalandık, 1,5 saatte vardık. Çantalardan kurtulmak üzere kendimizi KYK yurduna attık. Diyarbakır'da iki gün kalacağız. Konaklama günlük 6,5 TL. Öğrenci kartı olmadan okula giremezmişiz, o da 2 TL. 
Dicle'yi sarı çiçekler ve gelinciler çevrelemiş.
Otobüs duraklarında oturma yeri olmamasına anlam veremeyip sordum. "Her eylemde sökülüyor onlar da yapmıyor artık yenisini." dediler. Okulda güvenlik son seviye, kongre için kullanılan salonlar hariç her yer kırmızı şeritle kapatılmıştı. Buna karşın yönetim öğrencilerden çekiniyor gibi.. En büyük salonun kongreye açılmadığı bilgisi yayılınca bir yuhalama ve ıslıktır koptu; salon paldır küldür açıldı mesela. Sunumlar vasattı; ama ya daha iyisi varsa diye salon salon gezdim. Saat 18.30 gibi de okuldan ayrılıp Eyüp'ün peşine takıldık. Üniversiteden kavşağa kadar servis ücretsiz, oradan merkeze ise dolmuş 1,5 TL imiş. Dolmuşla Amidi'deki ilk durağımız Fiskaya'ya geldik. Amidi (M.Ö.3 binler)Diyarbakır'ın bilinen en eski adı. 
Fiskaya'dan görünen manzaranın dingin güzelliği fotoğrafta yansımamış.

Diyarbakır için yakın zamana kadar yönetim merkezi özelliğini taşıyan İçkale ise tam sağımızdaydı.
Sol baştan; Melek, ben, Selen, Sümeyra, Gizem.
İçkale'de bir sürü önemli yapının yer aldığını biliyordum, hatta Selen biz kongredeyken bunları dolaştı. Ancak bizim gezmek için vaktimiz ve enerjimiz yoktu. Bir de ufak şelale gördük ki yerini daha büyüğüne bırakacakmış. Fiskaya'nın düşünceli insanların uğrak yeri olduğunu söylediler. Bizse oturan iki teyzeyle lafladık. Her yerde olduğu gibi burada da öğrencileri seviyorlar. Biri utanıp kaçarken diğeriyle hatıra fotoğrafı çektirdik.


Buraya adını veren kayalıkları izlerken bölge hakkında konuşma fırsatımız oldu. Son çatışmalarda helikopterlerle gaz bombaları atılmış, çok insan zarar görmüş. Taş atan çocuklar yirmi dört seneyle yargılanıyormuş. Durakta beklesen ve bir eyleme denk gelsen götürürlermiş; mahkemeye çıkıp derdini anlatmak için sekiz ay beklemen gerekirmiş. İnsan içinde bulunduğu şehirde bunların yaşandığına inanamıyor.

Kaza ve intiharları önlemek için parmaklıklarla çevirmişler.
Öğrenci kafasıyla tüm günü Sümeyra'nın annesinin hazırladığı nefis pidelerle geçiştirmiştik. Kongre yorgunluğuyla açlık birleşince bugünlük bu kadar gezme yeter diyip akşam yemeğiyle altın vuruş yapmak için yola koyulduk. Eyüp'ün rezervasyon yaptırdığı yer Gazi Caddesi'nde, 450 yıllık Çarşı Konağı. 19.00 gibi sofraya oturduk. Ciğer,domatesli kebap, beyti, koca bir çoban salata, ezme, kızarmış baharatlı ekmekler derken masa dolup taştı. Bir de içinde kaşıklarıyla, bakır bardaklarda köpüklü yayık ayranları gelince gözlerimiz fırladı.

Sofra karşısında serinkanlılığını koruyan kişi Eyüp
Selen aşkı bulurken.
Doyduk diyip kalkana kadar ezme, ekmek ve salatanın bitmesie izin vermediler; doldu doldu taştı. Biz yesek mi şaşırsak mı bilemezken Eyüp İstanbulluların nasıl iki gıdım salataya bile para aldıklarıyla dalga geçmeye başlamıştı. Bu arada sofraya saldırışımıza gülen bir garsonu da fark ettiğimi söylemeliyim. Yemeği çay ve tulumbayla taçlandırıp kişi başı 9 TL hesap ödedik! Biraz yürüyüp meşhur Hasanpaşa Hanı'na geçtik.
Hasanpaşa Hanı
Han'da hediyelik eşyacılar, yemek yerleri ve bir de kitap evi bulunuyor.
Hasanpaşa Hanı gündüz.












 Bizim mekanımız ise Zin Cafe. 

Zin Cafe'de sandalyeli masalar da var; ama biz bu köşeyi çok sevdik.


Ben buraya kadar gelmişken menengiç kahvesi denemek istedim. 

Daha sonradan aktarda da göreceğim bu kahve, fıstıkgillerden üretiliyormuş. Tohumları küfle kahve arası bir renkte. Çiğ olarak ya da yağda kavrularak yenebilirmiş. Tadı acı değil ama ağır. Başka hiçbir şeye benzetemediğim bir aroması var. Kahvesi üzerinde kaymağımsı bir tortuyla geliyor. Ben hangi akla hizmetse sade söyleme yürekliliğini gösterdiğim için sadece iki yudum içebildim. Bu arada sohbet o kadar koyu gidiyor ki yurda son giriş 23.00 demeseler bizi kimse kaldıramaz. Sağolsun Eyüp arkadaşı Murat'ı aradı da Murat taksisiyle bizi yurda kadar bıraktı.

Yurtta yataklar ranzalı olunca haliyle, kim altta kim üstte yatacak konusu açıldı. Sümeyra da kendini üste atmış bulundu. Meğer yükseklik korkusu varmış! Bunu yukarı çıkınca hatırlaması, aşağı inememesi vesaire derken gülmekten yatamadık. Sonra tam yatalım dedik... Kalöriferler çok eski ve derece sonuna kadar yüksek olduğundan borular sabaha kadar tef çalıp oynadı. Güm, pat, çik. Ranzanın üstüyle altı kavuşamamış, ben üstte olduğumdan her hareketimde yatakların gıcırtısı ve sarsıntısı orkestraya katıldı. 

II. Gün


Uyandığımızda odada perdelerin olmadığını fark ettik; tıpkı yatmadan önce kapının kapanmadığını keşfettiğimiz gibi! Meğer bu bina kız yurdunun eski binasıymış; artık kullanılmıyormuş. Korku filmi gibi boş, perdesiz, kapısız ve gıcırtılı olmasından anlamalıydık! Bir önceki gün bu detayları yol sarhoşluğundan görmemişiz. 8.30 gibi yurttan çıktık.
KYK'nın bahçesinde uykulu gözlerle biz...

Öğlene kadar sunumlara katıldık. Çay, kahve, sohbet, tartışma derken ortama adaptasyonumuz tamamlanmış olarak ayrıldık okuldan.


Amacımız Sur İlçesi'ni mümkün olduğu kadar gezmek. Liste başında 3. yüzyılda inşa edilmiş, Diyarbakır Meryemana Süryani Kadim Kilisesi var.  Bu şehir çokkültürlülüğün eseri,  Meryemana da şehirdeki on Süryani kilisesinden biri.
Diyarbakır Meryemana Süryani Kadim Kilisesi.
Kiliseden sonra, Unesco Dünya Mirası Listesi'nde bulunan Diyarbakır Surları'na geçtik.

Burası Çin Seddi'nden sonra dünyanın en uzun surları olma özelliğini taşıyor. Surların ilk hali M.Ö 3000'de yapılmış! Yapımında ise şehirdeki çoğu yapının ana malzemesi olan, Karacadağ'dan getirilen siyah, magmatik bazalt taşları kullanılmış.
Diyarbakır Surları'ndan şehir manzarası.

Surlarda 16 burç, 5 kapı var. Burçların en eskisi ve en büyüğüyse Keçi Burcu. Tepeye yorucu bir merdiven tırmanışıyla ulaşmak mümkün.

Tüm şehri görmek için kesinlikle değer. Ayrıca yukarıdaki çay bahçesinde dinlenebilirsiniz. Ben Eyüp'ün de yardımıyla surların tepesine çıkıp oturdum. Kısa boyluysan hayat çok zor! Şaka bir yana duvarın üstüne çıkmaya çalışırken az kalsın arkadaşı da kendimi de aşağı yuvarlıyordum. 

Gökyüzüne dokunmak parasız!
Diyarbakırla ilgili çok şey söyleyebilirim. Kuşkusuz ki en önemli konulardan biri dil meselesi. Asimilasyonu bir yana bırakırsak, burada herkes Kürtçe konuşuyor. Türkçe bir tür yabancı dil konumunda...    Surda servis hızlı, çay keyfi 2 TL!

Sur ve burçların üzerinde kartal, akrep, güneş gibi figürler işli. Grupta iki arkeolog olunca, haliyle bu işlemelerin hangi amaçla yapıldığı konuşuldu. Surların etrafında akrep gibi zehirli hayvanlar çıkabiliyormuş. Zamanında bu işlemeler insanları uyarmak amacıyla yapılmış. Surlarda en çok dikkat çeken şeyse kalp biçiminde inşa edilmiş, buraya özgü basamaklar. 
Surlar günümüze kadar heybetini koruyarak uzanan kapılarla çevrili. Biz Tek Kapı, Çift Kapı, Urfa Kapı ve Mardin Kapı'yı gördük.
Mardin Kapı çok heybetliydi.
Bir de üzerine çiğ köfte molası verdik (1,5 TL). Amca hemen önümüzde hazırladı.
Ben yemedim ama yiyenler parmaklarını da yediler.



Ardından, rotayı Behrampaşa Cami'sine çevirdik. 
Eyüp bizi özel bir yere götüreceğini söyleyip caminin bitişiğindeki tarihi Diyarbakır evine soktu. Evin avlusunda genç, yaşlı, çocuk bir sürü insan, plastik papatya sandalyelere oturmuş, bir adama kulak vermişler.

Meğer burası bir sözlü edebiyat geleneğinin kaybolmasının önüne geçmek için 2009 yılında açılan Dengbêjler Evi imiş.  Deng-ses, bêj-veren; yani sesveren. Arıf Cızrawi, Ayşe Şan, Meyremxan ise önemli denbejlerdenmiş. Birer sandalye çekip yeni başlayan dengbej atışmasını dinlemeye başladık. Eyüp dengbejlerden birinin Hakkari şivesiyle konuştuğunu, bu nedenle kendisini anlamakta zorlandığını söyledi. Yine de tercüme etti.



Hikayelerden biri şöyle: Çok güzel bir kadın varmış. Dudakları sigara kağıdı gibi incecikmiş. Sözleri yazan, kadını kendisine vermeyen anneye isyan ediyormuş. İnşallah tarladan topladığın buğdayları öğütmeye giderken kırık bir değirmene girersin. Yaptığın unu koyduğun çuval deliktir ve azıcık unun kalır. Elinde kalanı hamur yapmak istediğinde de ateşin olmadığını fark edersin. Komşundan ateş almaya giderken hamurunu köpekler yer! Sezen Aksu'nun Onu Alma Beni Al şarkısından sonra duyduğum en sağlam beddua olduğunu düşündüm.
Gelmişken içeriyi de gezdik tabii. Ben Harıl harıl not tutarken...
Burası da Dengbej Evi'nin alt kısmı.





Saat 17.00 gibi Ortadoğu'nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi'ne yöneldik. Arnavut kaldırımları adımlayıp vardığımızda restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu gördük. Bir şehri yerlisiyle keşfetmeye bayılıyorum! Şansımıza kilisenin papazıyla Eyüp tanışıyorlarmış. Selam sabahın ardından uzaklardan geldiğimizi öğrenince içeriye şöyle bir göz atmamıza müsade etti. Herhalde mahcubiyetten hiç fotoğraf çekmemişiz... Kilise'de çok az durup Sıcak Demirci Hanı'ndan geçerek Sülüklü Han ve Yanık Çarşı'yı gezdik. Sülüklü Han ismini, içinde bulunan kuyudan çıkartılıp tedavi amacıyla kullanılan sülüklerden alıyormuş.
Demirci Hanı civarında bir çocuk işçi..
Yanık Çarşı (Ayakkabıcılar Çarşısı) ise şehrin en eski çarşısı. 1914'te çok büyük bir yangın atlatmış, esnafla halkın desteğiyle yenilenmiş. Adı baki kalmış. İçeriye girince yöresel şallar, kıyafetler hemen dikkat çekiyor. Şal fiyatları 5-10 TL arasında değişiyor. Ben de dayanamayıp buradan bir poşu / puşi aldım(5 TL). Ben renkte kararsız kalınca, kadınlar genelde kırmızı giyer dediler.

Bu yolculuğa çıkmadan önce Diyarbakır'dan konuşsak, haberlerden izlediğimiz çatışmalardan, kurak görünümlü sokaklardan başka birşey bilmezdim. Meğer ne kadar televizyon cahiliymişim. Eğer korkum ve önyargım ağır bassa, gitmesem Akkoyunluların 1500 yılında inşa ettikleri Dört Ayaklı Minare'yi de hiç göremeyecektim.
Dört Ayaklı Minare
Şeyh Mutahhar Camii'ne ait bu minarenin üstünde yükseldiği dört sütun İslam'ın dört mezhebini temsil ediyormuş. Minare de dinin çatısını... Altından yedi kez geçenlerin dileği gerçek oluyor inancı hakim. Ancak ne yazık ki bu çok özel yapı da şehrin kalanı gibi harap oldu.



Saat 17.00'a geldiğinde yürümekten pertimiz çıkmıştı. Yurda dönmeden önce son olarak Ulu Cami'yi görmek istedik. Uğraşsam "restorasyon mevsiminde gezmek" adlı bir kitap yazabilirim.  Her gezimde böyle birkaç yere denk geliyorum. Anadolu'nun ilk camisi olduğu söylenen Ulu Cami dahil...  Burası daha önceden havra ve kilise olarak da kullanılmış. İçerisinde bir de Roma güneş saati var. Cami'ye şöyle bir bakıp akşamı bitirmek için Hasanpaşa'ya geçtik.  Oradan da yurda...

Yazı çok uzun olacağı için Malabadi Köprüsü, Hasankeyf ve Mardin'i bir sonraki sefere bıraktım. Seyre devam :)


        Dip Notlar:
  • Çarşı Konağı'nda yemek çok lezizdi! Gurme gezginlere duyurulur.
  • Diyarbakır'a en az üç gün diyorum.
  • Keçi Burcu'nda günbatımı enfesmiş. O saatlere denk getirmek lazım.
  • Mağaraları benim için de gezin.
  • Beş sene önce çocukların pencerelerden uçurma niyetine poşet uçurduğu evleri, haberlerde yıkılırken gördük.. Yaralar sarıldığında eğer hala orada tutunuyorsa, Diyarbakır'da mutlaka uğramanız gereken yerler listesine Dengbêj Evi'ni de ekleyin derim.


Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar