PARİS 2012 Şehrin Karanlık Yüzü

Plan&Çanta İçi:
1 Gece Paris (15.11.2012)
5.1 kg çanta
Konaklama:Friends Hostel 2 gece-34 euro
Uçak Bileti: (Ryan-Air) 21 euro
Harcama: 57 euro

Yol Şarkıları:
Tom Waits-Roxane,
Noir Desir-Le Vent Nous Portera,
Edith Piaf- tüm şarkıları, 
Michel Fugain-Une Belle Histoire,
Amélie film müzikleri,
Zaz şarkıları...


Uçak yolculuğumuz çok garip geçti. Yanımızda oturan genç adam hosteslerin uyarılarını hiç sallamadan sürekli telefonuyla oynadı, kalkarken de inerken de masası hep açık vs. Biz de Venedik'ten aldığımız kekin bir kısmını uçakta yedik(Evet bunu yaptık!)
17.15 'te Paris'e iniş yaptık.Moulin Rouge'un, kaldırım serçesi Edith Piaf'ın, sanatın toprakları!Danışma masasından ücretsiz harita alırken havaalanından merkeze €22’ya giden bir servis olduğunu öğrendik.  Her şeyi düşünen biz, kalacağımız hostelin adres ve telefonunu yazmayı akıl edemediğimiz için merkeze gitmek mantıklı göründü. Hostele dair hatırladığım tek ayrıntı metro ve Moulin Rouge’a çok yakın olduğuydu. Servis bileti almak için havaalanından çıkınca, merkeze giden (hem de €15’ya)başka bir servis bulduk. İlkinde sadece 3 kişilik yer olduğu için fiyat farkı nedendir diye çok da sorgulamadan ikinci bulduğumuza binmemiz gerekti. Otobüste yanıma oturan Fransız’a bir umutla şehir haritasını gösterip  Friends Hostel’in ve Moulin Rouge’un yerini sorduğumda uzun süre haritayı inceledikten sonra nerede olduğunu bilmediğine karar verdi. Kalacağımız yerin nerede olduğunu bilmemenin verdiği tedirginliğe, kemerlerimizi takmamızı söyleyen Fransızca anons da eklenince(hostes ve güzide şoförümüz anonsu anlamadığımızı söylediğimizde İngilizce açıklamak yerine Fransızca tekrarlamaya ve işaret etmeye başladılar) Paris kabusumun bitmediğini, daha yeni başladığını içten içe sezmeye başladım. Otobüs siyahi şoförün git gide sesini arttırdığı, “Afrika” kanalındaki müziksiz, heyecanlı ve çabuk Fransızca konuşmalardan ibaret radyo yayını eşliğinde önüne çıkan daracık virajları hızla alıp arabalara çarpmayı kıl payıyla sıyırdı. Sıkıcı,uzun ve yorucu yolculuk bitip de son durağa vardığımızda hava tamamen kararmıştı.
"Le Palais Des Congres" gördüğümüz ilk kayda değer yerdi. Daha da geç olmadan yerleşelim düşüncesiyle, karşımıza çıkan taksi durağına hosteli soruşturduk. Taksicilerden biri diğerlerinin aksine bizimle İngilizce anlaşmaya çalıştı hatta bildiği birkaç Türkçe kelimeyi de araya serpiştirdi. Sağolsun telefonundan internete girip hosteli buldu ve bulur bulmaz söylediği ilk şey “Bu çok tehlikeli!” oldu. 
Haydaaa, Avrupa'daki genel greve denk gelme şanssızlığımıza karşın nihayet Paris’e ulaşabilmişiz ve Paris’te sadece 1 “gece” geçirebileceğiz, kalacağımız yer hakkında böyle bir şey duymak tüm aksiliklerin üzerine tuz biber ekti. (Planlarımızın genel grev nedeniyle  nasıl değiştiğini ve neden Paris'te sadece 1 gece kalacağımızı Her şey Nasıl Başladı? yazımda anlatmıştım.) Biz yine de hostele ulaşmak için hangi metro hatlarını kullanıp nerede inmemiz gerektiğini öğrenip metroya doğru yürümeye başladık. Servis biletini alırken öğrendiğimiz kadarıyla ertesi gün 12'de kalkacak uçağa yetişmek için sabah 8'de yola çıkmamız gerekiyormuş. Dolayısıyla Paris’i gündüz gezme şansımız da elimizden tamamen uçup gitti. Tüm bunları göz önüne getirince Paris’te dolaşarak sabahlamak, hostele hiç gitmemek üzerine diretmeye başladım. 
                                                   
Gişeden bilet (€1,70) aldık ve Chatlet’te inip önemli yapıların yanından geçerek Eyfel’e doğru gitmek üzere metroya bindik. Paris dünyanın en gelişmiş metro ağlarından birine sahip. 
Biletlerinizi gişe ya da makinadan almanız mümkün ve metro hatları renklere göre ayrılıyor. Fransızca'da kelimenin telafuzu yazılışından çok farklı olduğu için anlamak ve anlaşmak biraz zor. Bu nedenle durak adlarının okunuşlarını bir yere yazmak işinizi kolaylaştıracaktır. Örnek vermek gerekirse"Châtlet"şotli gibi okunuyordu..Metroda Fransız kadınların şıklık ve güzelliklerine bakakaldım.
Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Paris'te de köpekler her yere giriyor, metro dahil...Châtlet'te inip gördüğümüz ilk hediyelik eşyacıya girdik. Daha sonra daha da ucuzunu görecek olduğumuz Eyfel anahtarlıklarını €1’ya aldık. Size önerim ilk gördüğünüz yere dalıp hediye almayın; çünkü Paris'te hep daha ucuzunu bulmak mümkün! Dükkanın sahipleri Lübnanlıydı ancak o sırada dükkanda Türk bir esnaf da vardı. Hosteli ona da sorduk ve “Aman! Nasıl düştünüz oraya, Paris’in en kötü bölgesi orası” dedi. Böylece hostele gitme fikrinden vazgeçip €12,70’ya 10'luk bir bilet koçanı alıp tekrar yola düştük. 

Paris'ten Arta Kalanlar...


Senato binasını görünce durmamak, güzel manzaranın fotoğrafını çekmemek imkansızdı.





Notre Dame Katedrali
Ardından tüm ihtişamıyla Notre Dame’ı selamladık. Gözümün önünde Victor Hugo'nun ölümsüz eseri, çocukluğumun filmi Notre Dame de Paris (Notre Dame’ın Kamburu) belirdi. İçine girmeyi çok istediğim bu özel yapıyla (fotoğraf makinamı kullanamayan arkadaşlarım gece faktörüyle de karşılaşınca) bir hatıra bile çektiremeden vedalaştım. Aklınızda olsun gündüz giderseniz, özel bir makinaya 5 kuruş ve 1 euro atıp Notre Dame hatıra parası bastırmak mümkünmüş.
Yol üzerindeki dükkanlardan iki Paris magneti ve iki de kart aldım.Aslında gelmeden önce fular ve Fransız beresi almayı sayıklıyordum(şapka koleksiyonum var); fakat elimi neye attıysam Çin malıydı hiç içime sinmedi Made in China etiketli bir Fransız beresi takmak! 
Dolaşa dolaşa “Greek Kebab” tabelalı dönercilerin göze çarptığı rengarenk bir sokakta bulduk kendimizi. Greek Kebablardan birinde Kahramanmaraşlı bir dönerci ile tanışıp adam Eyfel’e 1 saatlik yol olduğunu söyleyince(saat 22.30’du bu arada)hem ısınmak hem de besin depolamak adına içeri girip bir şeyler yemeye karar verdik. Bu sırada tabelaların hikmetini de anlattılar. Fransızların Türklere karşı olan ırkçı tutumları sebebiyle dönerciler iş yapamadıkları için tabelalarını Yunan Kebapçısı olarak değiştirmişler. Bir diğer hikayeye göre, zamanında birileri piyasaya Türk yoğurdu çıkarmış; fakat yoğurda karşı çok büyük protestolar olmuş ve yoğurdun adını Greek Yogurt olarak değiştirince problem çözülüvermiş. Hikayeleri dinlerken tombik döner, tepsiye dökülen patates ve “cacık” menümü(€4,50)aldım. Avrupa’da dönerin içine farklı soslar katıyorlar, tepsiye cacıkımsı bir sos "dökmek" de buna bir örnek. Neyse efendim, tıka basa doydum hatta artanı paket yaptım ve Paris’te yediğim dönere "Avrupa’da yediğim en leziz döner" ünvanını verdim.  
Paris’e bizden önce giden arkadaşların hepsi soğuk hava mağduru olduğu için çantama angora kazak ve hırka koymuştum. Dönerciden çıkmadan önce soğuk geceye hazırlanmak üzere çantada ne bulduysam üstüme geçirdim. Bu arada metronun gece 1’de kapanıp 3’te tekrar açıldığı ve dönercinin de 3’e kadar açık olduğunu öğrendik. Böylece planı şöyle şekillendirdik: Eyfel'e uğranacak, gecenin ilerleyen saatlerinde 7/24 açık bir Mc Donalts bulunup sıcak, tok ve interneti kullanma imkanına sahip olarak orada sabahlanacak!
Kazağımla manzaranın mükemmel renk uyumu(!) 
Paris metrosunda bol bol sarhoş insan göreceğinizi ekleyerek, Strasbourg'dan aktarma yapıp Trocadero'da indiğimiz kısma geliyorum. Hiçbir yerde Eyfel tabelası göremediğimizden ben bir iki kişiye Eyfel nerede diye sordum. Aralarından sarhoş olanın tarif ettiği yön doğru çıktı. Güzel bir tiyatroyu geçmemizin ardından tam 23.09’da Eyfel ile göz gözeydik.
Koca bir metal yığını ve kapitalizm sembolünden başka bir şey olmayan bu yapı bir anda yolculuğumuzun tüm amacıymış hissini yaşattı bize. O kadar sinir bozucu aksilikler yaşamıştık ki Eyfel’i göreceğimize inanmıyorduk. Gruptaki tüm gerginlik bir anda gevşedi ve hepimiz görülmeye değer bir bayram havasında, mutluluk içinde birbirimize sarıldık. İşte kartpostalları süsleyen metal kulenin güzel fotoğraflarını da o sırada çektim. 




Fotoğraf faslı ve Eiffel doyumu ardından interneti kullanmak için caddenin hemen karşısındaki “Cafe Le Malakoff”a oturduk. Seyahat günlüğüme yazdığım cümleyi aynen aktarmak isterim: “Ya restaurant oldukça şıktı ya da garsonların burnu o kadar havadaydı ki bu izlenime kapıldım.” 
En ucuzundan bir kahve söyledim (€3). “30dakikalık” WiFi şifresi verdiler ve hepimiz az da olsa interneti kullanabildik. Ben bu sürede hem evdekilerle hem de Roma’daki arkadaşlarımla haberleştim. Kahve içimizi iyice ısıttıktan sonra "haydi tekrar Eyfel’e gidelim ama bu sefer yakından görelim" dedik.Eyfel’in yanına indiğimiz an kule ışıldamaya başladı! Meğer üzeri mavi ışıklarla süslüymüş ve gece yarısı ışıklar aktif oluyormuş. Görüntü çok hoştu. Zaten ışıkları her zaman sevmişimdir. 
Aşağıdaki fotoğrafa Babasının Kızı Paris'te adını verdim :) Albümün içinde babamın Eyfel önünde çekilmiş fotoğraflarını ilk kez gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı size anlatamam. "Ben de gidicem!" dediğimi söylememe gerek yok sanırım.Nerdeen nereye...


  Bulunduğumuz yerde atlı karıncalar da vardı!
Paris'te Atlıkarınca görünce,soğuğun da etkisiyle,gülümsemem donuvermiş.





Kulenin ön tarafındaki açıklıkta çok güzel heykeller var.
Eyfel'in çevresi tamamen açıklık.Dolayısıyla zaten soğuk olan Paris havası içimizi titretti. Kulenin arka tarafında ise "Champs de Mars" parkı uzanıyor. Parkta barış ve dostluk sembolü olarak ülkelere özel tasarlanan ve satışlarından kazanılan gelir çeşitli yardım kuruluşlarına bağışlanan ayıları “United Buddy Bears” gördük.




Paris'e kadar gelmişken“Taa o zamanlar adamlar bu kuleyi nasıl inşa etmişler” temalı geyiği de yaptım, piramit şeklinde budanmış ağaçları ve meydanın adının yazılı olduğu“Place Jacques Rueff” tabelasını da gördüm. Hatta 2000 yılında inşa edilen ve üzerinde “barış” kelimesinin 49 dildeki tercümesi yazılı olan Paris’in bir diğer ticari sembolü “the Wall for Peace” in fotoğrafını çekmeyi de es geçmedim.



Champs Elysees’e doğru yolumuza devam ederken karşımıza tadilatta olan görkemli bir bina çıktı. Yürüdüğümüz cadde ağaçlı,evler ise mimari olarak çok güzel ve Eyfel manzaralıydı. Park halindeki Mercedes marka taksiyi görmek Champs Elysees’e çok da uzak olmadığımızı düşündürdü.

Yolumuzun üzerinde uzayıp giden cam duvarlarıyla ilk görüşte  botanik bahçesi sandığım, eve gelip de araştırınca gerçek adını öğrendiğim "The Branly Museum"a aşık oldum! Saat 02.30 olmasına karşın kapısı açıktı. Ancak girişte kameralar ve tıpkı filmlerde gördüğümüz gibi kırmızı ışınla çekilmiş bir şerit bulunduğu için “ya öterse” diye içeriye girmeye cesaret edemedim. Karanlıkta orman izlenimi veren bahçenin ortasında bir de restaurant vardı.
Hep duyardım ama kendi gözlerinle görmek farklıymış “Paris tam bir fare cenneti!” Yolda o kadar çok koşuşturan fare görmüştük ki kapısı açık,orman havasındaki bu müzenin içinde kim bilir ne hayvanlar vardır diye düşünmeden edemedim. Müzeyle ilgili daha fazla bilgi için müzenin resmi sitesi:  http://www.quaibranly.fr/en/

the Branly Museum
























Champs Elysees tabelasını gördüğümüzde saatin 03.00 olduğunu farkettik. Belki merak edenleriniz vardır nasıl bu kadar net saat verdiğimi,hemen açıklıyorum. Metro 3’te açılacak dedikleri ve soğuktan donduğumuz için sürekli saate ve yol üzerindeki metro girişlerine bakıyorduk açılmış mı diye. Yürümekten yorulmuş ve planladığımızın aksine açık hiçbir yer bulamamıştık.. Tabelayı gördük görmesine ama karşımıza cadde yerine duvarları heykellerle süslü “Palais de la decouverte” çıktı ilk olarak. 


Saat 03.30 gibi ise dikilitaş ve yine şehrin sembollerinden biri olan büyük dönme dolap ile karşılaştık. 

Hemen yakınımızdaki kocamaaan “Hotel de Couslin”i görünce(internette,hakkında hiçbir bilgi bulamadım sanki hiç var olmamış gibi,çok ilginç), başka da gidebileceğimiz bir yer olmadığından ve artık yürümekten canımız çıktığından otelin demir parmaklıklarına sırtımızı yaslayıp oturalım dedik. Venedik’ten aldığım hediyeleri sardığım gazete kağıdını yere serdiğimde az da olsa soğuğu keser diye düşünüyordum. Durum analizi yapmak gerekirse üzerimde: blüz,ince bir hırka,angora hırka,angora kazak,outdoor polar,mont,atkı,kulaklık ve bere vardı. Fakat hava o kadar soğuktu ki eğer çantamda üzerime giyebileceğim başka bir şey kalmış olsaydı tereddüt etmeden giyerdim! Saat dörde kadar orada oturmuşuz. Tabi otururken boş durmadık. Arkadaşlardan biri üşenmedi kalktı,fıkralık halimizi fotoğrafladı.
En solda duvara yapışmış,görünmeyen kişi tabiki de benim.
05.00’daki servise yetişmek üzere kalktık; ancak saat üçte açılacağını söyledikleri metro hala kapalıydı. Böylece iş ayaklara düştü. Benim girelim dediğim ama diğerlerinin sapmak istemediği sokağa döndük ve ne görelim! Champs Elysees burasıymış. Cadde ışıl ışıl süslenmiş,tüm büyük markaların mağazalarını inci gibi sırayla dizilmiş görmek mümkün. Tesadüf ki sokağa yerleştirilmiş bir ekranda dönen Türkiye belgeseli'ne denk geldik!
                         
Söylemeden edemeyeceğim, Paris çok çılgın bir şehir. Hayatımda hiç, çatısında bitki ekili bir otobüs durağı görmemiştim,Şanzelize'de gördüm.


Çılgın,zengin,güzel,şık...Büyük şehir olunca bu sıfatların yanında rahatsız edici unsurlarla da karşılaşabiliyorsunuz haliyle. Şimdi bir de rahatsız edici bir hikayeden bahsedeyim o zaman...Venedik’ten beri erkeklerle kafa ayrılığı yaşadığımız için onlar her zamanki gibi önden gidedursun, Merve’yle ben fotoğraf çekmek için durduk. Bu sırada bardan çıkan 4-5 genç Fransız tarafından Şanzelize'nin ortasında taciz edildik. Avusturya'da ya da İngiltere'de başınıza böyle birşey gelse taciz boyutuna geçmez bile; çünkü siz karşınızdakinin ilgisini istemediğinizi söylediğiniz an karşınızdaki (erkek ya da kadın her neyse..)geri çekilir. Buradakiler ise fotoğrafa dahil olmak istediler ve reddetmemize karşın isteklerinde direttiler(!) Tabikii feminist damarımı gösterip kışladım hepsini.  Küçük Avrupa turumuzda kızlar ve erkekler grubu olarak ikiye ayrılmamıza temel olacak asıl olay da böylece gerçekleşti. Yeri gelmişken ekleyeyim, Fransızlar sarhoşken etraflarına oldukça rahatsızlık verebilen insanlar. Eyfel’in civarında sözlü tacize uğramıştık,anlattığım olay da ikinci tacizdi. Bunun haricinde metroda önüne gelene saran sarhoşlar da gördük.
Yolumuza devam edersek, caddenin sonuna geldiğimizde farkında olmadan Napolyon'un meşhur Zafer Takı’na varmıştık. İyi haber ise ulaşmamız gereken otobüs durağı oldukça yakınımızdaydı.


Saat 5.30 civarında otobüse ulaştığımızda sırada bekleyen insanlar vardı. Bense ayakta uyukluyordum. Otobüse binince gözümü bir kapadım inene kadar ölü gibi uyumuşum.. Beauvais Havaalanı iki ayrı binaya sahip. Uçağımızın kalkacağı binada bankta,yerde uyuyan insanlar vardı ve içerisi de dışarısı kadar soğuktu. Kıvrılabileceğim bank bulamadığımdan gazeteleri yere serip üzerine kalın bir tayt koydum, üstüme de montu yorgan yaptım. İlk önce rahatsız gelse de uzun bir süre deliksiz uyumuşum. 
Kapının açılmasına yani saat 10.00’a az kala bir kafeye oturup vakit öldürdük. Vakit geldiğinde kapıya gittik, siz yanlış gelmişsiniz T2’den bineceksiniz dendi. O buz gibi havada sırtımızda yük gözümüzde uykuyla T2’ye yürüdük ve içerisi çok sıcaktı. Bilseydik burada beklerdik o kadar üşümezdik diye söyleniyorduk ki Check-in noktasından yine geldiğimiz yere geri yolladılar “yanlış gelmişsiniz” diye. Haydii o buz gibi havada geri döndük. Yine sıraya girdik. Sıra bize geldi, bu sefer Türkseniz bilmemnereden check-in yaptırıp bileti onaylatmanız lazım dediler. Sıradan çıkıp söyledikleri yere gittik. Gişedeki memur gişeyi açmamak için oyalandı da oyalandı. Açtıktan sonraysa tarih atıp kıymetli damgayı bastı. Kontrol noktasına geri döndüğümüzde suratsız güvenliklerin yabancılara ne kadar sorun çıkardıklarını gördüm. Ailenin bir kısmını içeri sokmuşlar, çocuk dışarıda kalmış falan. Ağlayanlar, derdini anlatmaya çalışanlar... Sıra bana geldiğinde tekrar sorun çıkartmasından korktuğum güvenlik, suratıma bile bakmadan geçirdi beni.

Kahvaltı için yiyecek birşeyler alayım dedim; fakat fiyatlar çok uçuktu(şişe su €3,5)Ben de nasıl olsa İspanya’da güzel bir öğle yemeği yerim diye vazgeçtim.
Bu arada hava o kadar sisliydi ki uçak iptal olabilir fikri aklıma düştü. Fakat aklıma gelen başıma gelmedi, Ryanair indirdiği uçağa hiçbir bakım yapmadan içine bizleri doluşturarak havalandırdı. Böylece tekrar gelip,gündüz gözüyle görmek sözüyle Paris'e veda ettim.


Bekle beni Barcelona!


Dipnot: Tesadüfe bakın ki,bu yazıyı yazarken bana yine Paris yolları göründü, biletimi aldım!
01.03.2014'de Görüşmek üzere Paris :)

Yorumlar

  1. Du hast deine Reise so schön erzaehlt vorallem die details gespannt warte ich auf die naechste volge deiner serie.....

    YanıtlaSil
  2. Yazilar dizi kivaminda bir sonrakini heyecanla bekliyorum..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar