ROMA 2012

Plan&Çanta İçi:
1 Gün Roma(18.11.2012)
5.1 kg çanta
Konaklama:yok
Uçak Bileti: (Ryan-Air)  €38
Tren Bileti: (Klagenfurta dönüş) € 44
Harcama: €50/55 civarı

Görevliye saatler öncesinden, bileti kaşeletmek gerekip gerekmediğini sorunca “hayır" demişti. Uçuş kapısındaki görevli kaşe yok diye biletimi kabul etmeyinceyse maraton başladı. Bir kat aşağı nasıl indim, havaalanını bir uçtan öteki uca nasıl uçtum düşündükçe o günkü gibi karnıma kramplar giriyor. Kaşe sırasında durumu anlatıp öncelik rica ettiğim adam beni hiç sallamazken kadının biri sırasını bana vermişti. Kaşe basıldı, her türlü ıvır zıvır ve çantalar x-rayden tekrar geçti. O kadar koşturmacaya görevliler oyalanıp da kontrol uzadıkça paniğimin umursamazlığa dönüştüğünü söyleyebilirim."Amaan uçak kaçarsa kaçsın zaten Barselona'yı sevdim, birkaç gün daha burada takılır sonrasına bakarım." moduna girip Türk filmi edasıyla hoplaya zıplaya yürümeye başlamıştım ki uçağa yetiştim. Erasmus arkadaşlarımla birlikte hemen hemen 2 saat süren güzel bir yolculuk sonunda Aerporto dı Ciampino’daydık.

Havaalanı çıkışındaki gişeden bilet alıp(4 €) Termini Tren İstasyonu’na gidecek olan shuttle’a bindik ve yarım saat gibi bir sürede istasyona ulaştık. İstasyonun içinde kitapçı,lokanta ve banka gibi numara usulü sıraya girilen bilet gişeleri var. Buradan Klagenfurt’a dönüş için tren bileti aldık. Bundan sonra ilk iş bir danışma bulup turisler için tasarlanmış olan Roma Pass paketini almak oldu(€44).Kartın avantajlarını yazının devamında anlatacağım.
İstasyondan çıkınca kendimizi"Piazza della Repubblica" da bulduk. Piazza İtalyanca'da meydan anlamına geliyor. Tıpkı bu meydanda olduğu gibi Roma şehrinin her köşesinde mitolojik beyaz heykeller ve ince ayrıntılarla süslü çeşmeler var.
Piazza della Repubblica






Meydandaki fotoğraf faslından sonra kendimizi metroya atıverdik. Yeri gelmişken söylemek gerek, Roma'da metro sistemi oldukça basit, kaybolmanız ya da hatları karıştırmanız çok ufak bir ihtimal. Ayrıca, metrolar asık suratlı olmanın aksine graffitilerle süslenmiş.
Gideceğimiz yer Colloseo; yani nam-ı diğer Kolezyum
Kolezyum'a bayıldım. Sağından solundan köşesinden her bir pozunu çektim. Sonra da "dünyalar kadar seviyorum" pozu verdim.
Kolezyum girişi ücretli; ancak biz Roma Pass'la ücretsiz girdik.
Roma Pass'ta 3 gün boyunca tüm toplu taşımalarda ücretsiz ulaşım(havaalanı transferleri dahil değil);  ilk iki müzeye ücretsiz giriş sonrakilere ise indirim(Colosseum’a Roma Pass sahipleri için ayrılan gişeden geçerek upuzun bir sıradan yırttık,zaman kazandık); Roma haritası, roma rehberi,etkinlik rehberi yer alıyor. Kartın Vatikan’da geçmediğini eklemek gerek, Vatikan’ın ayrı bir devlet olduğunu unutmamak lazım.

Kart Hakkında Güncel Bilgi için Tıklayın

Kolezyum'un içi müze olarak tasarlanmış ve hediyelik eşya alabileceğiniz bir bölüm de bulunmakta. Müzeyi gezerken öğretim üyesi olduğunu anladığım küçük bir arkadaş grubuna denk geldim. Onlar eserlerdeki kişileri,mitleri yorumlarken ben de her zamanki gibi keyifle kulak misafiri oldum.





Kolezyum'un içinde.

Gitme vakti geldiğinde hatıra olarak ne alsam diye düşünürken antik Roma paraları gözüme çarptı, en yakışıklısını seçip aldım (: Kolezyum'dan çıktığınızda oraya çok da uzak olmayan Paris Zafer Takı'nın benzerini görüyorsunuz. Yapının üzerinde detaylı figürler incelemeye değer. 


Bir arkadaşın interrail albümünde görüp fotoğraf çekilmeye heveslendiğim gladyatörlerle karşılaştık. Turistik tanıtım için gönüllü olarak gladyatör kostümü giyip ücretsiz fotoğraf çektiriyorlarmış. Keşke üstümde farklı bir kıyafet olsaydı Madame Toussoue’da da ortama hiç uymuyordum diye düşünsem de gladyatörle el ense tokat samimiyetinde bir fotoğrafımız oldu. Bir dahaki sefere konsepte uygun daha güzel bir fotoğraf çekeriz artık..



Kolezyum'un etrafında göze çarpan bir diğer şey ise turistlere tur attıran atlı ve bisikletli 
arabalar. Fazlasıyla hızlı bir Roma maratonunda olduğumdan böyle bir tura ayıracak vaktim yoktu, tabi buradan fotoğrafsız çıkmadım.





Kolezyum'un yakınında Roma hatırası alabileceğiniz birçok seyyar tezgah var. Bu tezgahların birinden ufak bir kolezyum maketi aldım(€3).Böylece ikinci durağımız olan Vatikan'a doğru gitmek üzere metroya bindik.Mavi beyaz caddeden karşıya geçip,
                      Vatikan yazan işareti takip ederek kocaman bir kapıya vardık.


Metal bariyerler sıra düzeni sağlamak üzere dizilmişti, ancak ortada ne sıra ne de görevli vardı. Sadece kapıya bakıp geri dönen insanlar vardı..Giriş burası mı yoksa başka yerden mi gireceğiz diye düşünürken yol arkadaşımın ayakları daha fazla “klasik botla sürünerek gezme” çilesine isyan ettiler. Buraya kadar gelmişim görmeden gitmem demek birlikte gezdiğimiz onca yerden sonra acımasızca olacak gibi geldiği ve İtalyan arkadaşım Marta’yı(İngiltere yazılarımda ismini sık sık duyacaksınız) bir sene sonra yeniden görmeye sabırsızlandığım için Vatikan’ı gezmeyi başka bahara erteledim. Marta’yla haberleşip Fontana di Trevi ; yani Aşk Çeşmesi’nde buluşmaya sözleştik.Metrodan "Barberini" durağında inip elimde harita, İtalyanlara da sorarak aşk çeşmesi aramaya başladım. Bana göre bir şehri gezmenin en güzel,en heyecanlı yolu sokaklarında kaybolmaktan geçer. Bu konuda hiç acımam saatlerce yürürüm diyebilirim. Roma'da içinde kaybolduğum manzaralar...
Fontana del Tritone










Yol sorduğumuz İtalyanlar aynı Türkler gibi ya bilmiyor ya da yanlış yönü tarif ediyordu. Kalabalık nereye gidiyorsa onları takip edelim aşk çeşmesine çıkarız sözünü uzun süre kulak ardı ettikten sonra çeşme göründü. Şaha kalkmış atlarını dizginlemeye çalışan deniz insanları ve tanrısıyla, üzerine vuran güneş ışınlarının yumuşattığı beyaz taşları parıldıyordu.




Bu göz alıcı çeşmeye ve ara sokaklarda rastladığım tüm çeşmelere,heykellere hayran kaldım. Kim bilir kimler düşledi, dokundu, şekil verdi size diye bu kez ben hayal ettim..

Bir iki fotoğraf çekeyim demeye kalmadan kocaman gülümsemesiyle karşıdan gelen Marta’ya sarılır buldum kendimi. Sanki aradan geçen bir sene değilmiş de dün ayrılmışız gibi kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Tabi Marta’nın “Peki şimdi ne yapmak istersiniz?” sorusuna aç gözlerle “Meşhur İtalyan pizzasını yemek istiyoruz.” diye cevap verince işler biraz karıştı. Marta farklı bir ilçede oturuyormuş buralarda önerebileceği oturulacak bir yer yoktu. Böylece sanki biz yerli de Marta yabancıymış gibi yine kaybolduk, hep beraber haritaya gömüldük. Cambridge'den sonra Roma'da da birlikte kaybolmak eğlenceliydi. Belediyeye benzer bir binayı ve rengarenk apartmanları geçtik.







Gördüğümüz bir “ristorante”de oturmaya karar verdik. Burada bir içecek(alkollü ya da alkolsüz fark etmiyor) ,bir pizza ve ekmek dilimli menüden sipariş ettik. İçecek olarak ben İtalyan birası "Peroni" denemek isteyince garson pek sevindi Marta'ysa çok şaşırdı. Beni en son bıraktığında biradan nefret ediyordum, Cider'a yükleniyordum. Tabi işler Avusturya'ya gidip de €3'ya bira bulunca az buçuk değişmişti. Pizzadan önce, üzeri fırınlanmış domates ve zeytin dilimleriyle kapatılmış, zeytin yağı ve kekikle süslenmiş kızarmış ekmeklerle içeceklerimiz geldi(€15 idi sanırım).Pizza dedikleri kadar varmış, afiyetle yumulduk. Bira içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kalkarken Merve'ye verdikleri para üstüyle ilgili bir yanlışlığı düzeltince Bacio çikolata ikram ettiler. Meğer bu İtalyan çikolatasının içinden fal/söz çıkıyormuş. Benim çikolatamdan tam da benim söyleyebileceğim bir söz çıktı: "Arkadaşlık, hayat çölünde bir vahadır."
Bu fasıldan sonra İspanyol Merdivenleri'ne doğru yola koyulduk. Sohbet sırasında bir iki gün sonra Marta'nın doğum günü olduğunu öğrenince İstanbul'daki bir arkadaşım için Barselona'dan aldığım boğalı çakmağı çantanın derinliklerinden çıkarıp Marta'ya hediye ettim. Çok sevindi. Bu sırada yine metroya binmiştik.Marta bir maça yetişmek üzere bizden ayrıldı.Bizim içinse İspanyol basamaklarını bulmak hiç de zor olmadı. 
Karşınızda "Piazza di Spagna"
Bu ünlü 137 basamağı tırmanmaya üşenen; fakat yukarıda neler olduğunu merak edenler için söyleyeyim. Tepede ressamlar, Trinità dei Monti Kilisesi ve de bolca turist var. Kilisenin dışı pek cezbetmediği için içine girmedim.
Meydanda aynı zamanda barok tarzı bir çeşme olan "Fontana della Barcaccia" ve 19. yüzyıldan kalan bir sütun olan "la Colonna dell'Immacolata" var. 
İtalya'da mutlaka yap listesinden "dondurma ye" maddesini uygulamak üzere ara sokakları biraz gezelim dedik. Karşımıza ünlü markalarla dolu bir sokak ve opera söyleyen bir "sokak sanatçısı" çıktı. Nedendir bilinmez bu kez video olarak ekleyemediğim için, 
 videomu mor başlığa tıklayarak izleyebilirsiniz.
Turist aylaklığında dolaşırken"Mariotti" adlı bir dondurmacıya girdik. İçerideki dondurmaların çeşitliliğini "viagralı dondurma yapmışlar abi!" diyerek hayal etmenizi sağlayacağım.


Dondurmanın tadı damağımda, kokusu burnumda kaldı. Saatler geri dönüşü vurunca, metroya geri yürüyüp tren istasyonuna döndük. Biletler Klagenfurt'u gösteriyordu. Biletleri hep beraber almamıza karşın vagonları ayrı satmış görevli. Kimin koltuğu hangi kompartımanda diye aranırken girdiğimiz bir vagonda o soğukta boxerla gezen,geyik yapan liselileri görünce birkaç saniyelik şok anından sonra girdiğimiz gibi geri çıktık. Okul gezisi midir neyse artık tüm bir vagonu kapamışlardı. 

Roma gezim gayet güzel geçti. Koltuğumu bulduğumda bunları yazmaya başlayacaktım ki ta taaa kalemim bitmiş. Kompartımandaki yolculardan biri durumu fark edince kalemini ödünç verdi ve okuduğunuz bütün bir günü Viyanalı o kibar yolcu sayesinde yazabildim.Bana göre, yazmak unutmanın tek ilacı. Ve ben, ilaçlarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim!

Yorumlar

  1. Bir dahaki aya ben de Roma'ya gidiyorum, okudukça heyecanlandım :) Elinize sağlık!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar